İnternete ilgin nasıl başladı?
Alman lisesi mezunuyum. 89’da Boğaziçi Matematik bölümüne girdim. Üniversite hayatım boyunca hep çalıştım. İlk başta Barış Stüdyosunda tonmaister yardımcısı olarak başladım çalışma hayatıma. Müziğe ilgim vardı ve internet icat olmasaydı muhtemelen müzik işiyle ilgilenecektim. Daha sonraları müzik yapamayacağıma, yapmanın zor olduğuna karar verdim. Ondan sonra önce stüdyoda çalıştım. İki sene filan sürdü. Sonrasında ise anlaşamadık ve ayrıldık. Ardından, bir dönem süpürge filan sattım. Okula gitmemek için ne gerekiyorsa yaptım yani. Sonra BBS ( Bulletin Board System), yani modem denilen şey tam o sırada satın alınabilir bir şey haline geldi. Kısaca açıklamak gerekirse, bir bilgisayar sürekli açık duruyor. Bir telefon hattı bağlı ona. İnsanlar onu arıyorlar. İnternette çeşitli makineler içinde gezersiniz ya, onun yerine tek bir makine içinde dolaşıyorsunuz. Böyle grafik arayıcı filan yok. Text her şey. Hatta sayfaya gitmek için A tuşuna basıyorsunuz ve sayfa yavaş yavaş çiziliyor. O kadar yavaş ki kızıyorsun. Türkiye’de de BBS’ler başladı ve yaklaşık 2–3 sene içinde 500-600 kişi BBS ile bağlanan modem sahibi oldu. Ben de onlardan biriydim. Sonra hipnet diye bir ağ kuruldu. O ağ sayesinde, BBS’ler birbirlerini arayıp kendi kullanıcılarının mesajlarını ortak bir yere topladılar ve böylece bütün Türkiye’ye dağılmış kocaman bir ağ oldu, Ankara’daki, Adana'daki, İzmir'deki kullanıcılarla yazışmaya ve hatta buluşmaya başladık. Bu sırada sene 1994, internetin başlaması 95 senesidir. Sadece okullarda vardı internet. Boğaziçi’nde BİM’ de gecelerimizi geçirirdik.
97 yılında kayıt olurken, ilk kez hepimize e-mail adresi verdiklerini hatırlıyorum. Herkes, artık Japonya'dan insanlarla bile konuşabileceğimizi söylüyordu. Böyle bir şey çok garip gelmişti o zaman. Bugün geldiğimiz noktayı hayal bile edemiyorduk!
Evet, mesela benim Alman Liseli arkadaşlarımla iletişimim hiç kopmadı. Hep beraber Boğaziçi’ne girdiğimiz bazı arkadaşlarımız bölümlerini bitirip Amerika'ya gittiğinde, onlarla telefonda konuşmak çok pahalıydı. İletişimde kalmanın bir yoluydu internet. Büyü gibi bir şey yani, New York’ la yazışmak. İnanılmazdı! Sonrasında e-mailleşmeler vs. başladı. Hatta okulda evinden okulun ağına bağlanıp internete çıkan ilk kişi benim diye biliyorum. O zamanlar BİM’ de çalışanlara yalvarıp bir tane modem koydurtmuştum.
Bütün bu yaptıkların, ilgi, merak ve yaratıcılıkla ilgili. Muhtemelen o dönemler BİM’ de yatıp kalkıyordunuz. Daha sonra ne oldu?
Sonra, IBM ilk ISP‘yi kurdu; yani para veren herkesin internete çıkabileceği ilk şirketi kurdu ve onunla bağlanmaya başladık internete. BBS hala devam ediyordu bu arada. İşte yavaş yavaş BBS’lerin modası geçti ve herkes internete bağlanmaya başladı, Turknet kuruldu. Ev arkadaşım Turknet’ te çalışmaya başladı. Hatta Turknet’ in sahibi senin BBS’ in kaç kullanıcısı var demişti. On bin deyince, küçük dilini yutacaktı! Tek bir telefonla ve tek bir hatla. Benim BBS’ ime rahmetli Turgut Özal bile gelmiştir; çok meraklıydı gerçekten teknolojiye. Nasıl mı biliyorum, cumhurbaşkanlığından telefon gelmişti çünkü, eminim onun olduğuna. O sistemi de yapmıştı yani hakikaten cumhurbaşkanlığından telefon gelmişti. Eminiz yani o olduğuna. Sonrasında, BBS'ler bitti yavaş yavaş. Ben, bu arada Chip dergisine yazmaya başladım. Chip için küçük bir kitapçık hazırladım önce, sonrasında devamı geldi. 2-3 sene boyunca Chip’te yazdım, onların webmaster’ı oldum ve web sitesi yapmayı da öyle öğrendim.
Yeni Yüzyıl?
O dönemde iyi bir transfer ücretiyle Yeni Yüzyıl'a geçtim. Yeni Yüzyıl’da her gün yayınlanan internet sayfası hazırlıyordum. O sırada zaten internet bir mucizeydi hala ve o mucizeyi paylaşmak çok keyifliydi. ICQ, e-mail gibi şeyleri öğretmek çok hoşuma gidiyordu. Okuyuculara ödev veriyordum, bana e-mail atıyorlardı yanıtları. Bu iş bir buçuk yıl sürdü ve hayatımın çok güzel bir dönemiydi. Sabahın köründe kalkıp öğlene kadar yazımı yetiştiriyordum, sonra serbesttim ve canım hangi dergiyi, kitabı isterse, hepsi elimin altrındaydı. Fakat, bir süre sonra Yeni Yüzyıl kapandı ve ne yapacağımı bilemedim. Her gün yazmaya çok alışmıştım. Son dönemlerde domain nasıl alınır, HTML nasıl yazılır, web sitesi nasıl yapılır gibi şeyler öğretiyordum. Bunları öğretirken bir yandan da kendim yapıyordum. Köşemin adı Çat Kapı’ydı. catkapı.com alan adını satın aldım.
Türkiye’de bu işin bir okulu var mıydı o zamanlar?
Yoktu. Bilkent’te, ODTÜ’de bilgisayar mühendisliklerinin başı çeken üyeleri vardı. İlk başlarda, gazetede uzun bir link veriliyordu, elle yazmak imkânsız. Ben de gelsinler bir sayfaya tıklasınlar oradan gitsinler diye sadece linkleri koyuyordum çatkapı.com’a. Yazı olarak ise bir tane köşe yazısı ve onun dışında küçük haberler koyardım. Sonra blogger çıktı birden bire. Ben sürekli elle html sayfasını açıp, yenisini yazıp, kaydedip ftp ile gönderiyordum. Bloger bu işi çok kolaylaştırdı. Bir de aynı zamanda aynı bloga yazan insanlar olmasına da izin veriyordu blogger. Ben izin veriyorsam benim bloguma yazı yazabiliyorlardı. Bundan faydalanarak, yazı yazan,içerik üreten otuz kırk kişi olduk. Bayağı büyüdü catkapı. İksir vardı o zamanlar. İksir kendisine bir chat sitesi yaptı ve ismini çatkapı koydu. Basın bültenlerine çatkapı.com diye gitti. Bu şekilde binlerce insan bana gelmeye başladı. Chat nerede diye e-mailler almaya başladım. O zamanlar site trafiğinizin yüksek olması bir şey ifade etmiyordu, çünkü dijital reklam pazarı oluşmamıştı. Bu işten para kazanılamıyordu henüz. Dolayısıyla yazılarımı okumaya gelmemiş, chat arayan ve çok hoşuma gitmeyen bir gürültü gelmeye başladı siteye. Ben de çatkapıyı kapattım. O sırada bildirgec.com'u yapan Cem ile arkadaş olduk ve o sıralarda pilli.com’u kurdum.
Pilli hakkında bilgi verebilir misin?
Pilliyi ben dışarıya yaptığım işlerde fatura kesebilmek için kurdum. Pilli o zamanki köpeğimin adıydı, öldü. Neyse, hayat yani. Altı sene falan dışarıya iş yaptım. Web ajansı gibi çalıştım. Bir süre sonra bir ofis olmaya başladık. Cem ile zaten iyi arkadaştık ve beraber de iyi çalıştık uzaktan. Ortak olduk 2006' da. İlk projemiz olarak, hafifle bildirgeci birleştirelim, yanına da yeni ve pratik şeyler ekleyelim ve hem bunlar aynı çatı altında olsun hem de insanlar yazı yazsın dedik. Bir yandan da, gerçekten vakitsizlikten o sitelere yazı yazamaz hale gelmiştik. Başka insanlar yazıyorlar, ama bize para geliyor. Serverın giderleri vardı, ama sonuçta yazıları başkaları yazıyordu. Onlara bir şey sunmamız gerektiğine inanıyorduk. Yurtdışındaki blog networklerini inceledik ve güzel getirileri olduğunun farkına vardık ve bir blog networku kurmaya karar verdik. Blogların hepsi aynı çatı altında olsun ve gelen geliri herkes paylaşabilsin diye düşündük. Üçayak ve zamazingi ekledik önce. Fotoğraf ve teknoloji ile başladık. Zaten örnek aldığımız blog networkların teknoloji siteleri vardı. Bir de dışarıdan editörlere para verecek bir durumumuz olmadığı için bu gelir paylaşımı modelini oturttuk. Gelir paylaşımı modeli ile sistemin bize yük olmadan yürüyebilmesini amaçladık. Blog network'ten zengin olacağız diye hiçbir zaman düşünmedik Sonrasında 22dakikayı çıkardık. 22dakikadan sonra yenimecranın ekibi oluştu ve hemen açtık. Tüm sitelerin yazılımını kendimiz sıfırdan yaptık. Ondan sonra ekibe teslim ettik. Eğer ekip düzgün yönetiyorsa ondan sonra hiç karışmadık. Ama düzgün yönetmiyorlarsa sorun olabiliyor. Şimdi artık bir editörümüz var. Bütün ekipsiz siteleri editörümüz kontrol ediyor.
Pilli'nin iş ve gelir modelini daha net tanımlayabilir miyiz?
Aslında bu sadece bir iş modeli değil aynı zamanda bir hayat modeli. Siteler her gün ne gelir elde ediyorlarsa bloggerlara bildiriyoruz. O gün, Yüz dolar gelir elde edildiyse, bu parayı sisteme giriyoruz, sistem, o sitenin hangi yazılarının ne kadar okunmuş olduğuna bakıyor. Ve paranın %70'ini dağıtıyoruz, otuz doları ise bize kalıyor. Her site için bu hesap yapılıyor. Sonrasında, her ayın başında, eğer blogger hesabındaki para yirmi doları geçtiyse ödeme yapıyoruz.
Editörleri ya da katılımcı yazarları nereden buluyorsunuz?
Onlar bizi buluyor. Zaten gönderdikleri yazılardan belli oluyor. Bize bazı yazılar gönderiyorlar, değerlendirip karar veriyoruz. Müdür diyoruz o siteleri yöneten insanlara. Müdür seçmek işi bizde. Yazı seçmek işi editör arkadaşlarda. Müdürün işi gerçekten bilip bilmediği ya da istikrarlı olup olmadığı yazılarından belli oluyor. İlk etapta çok heyecanlı olması değil, istikralı olması önemli bizim için. Çünkü sonradan o heyecan sönebiliyor. On iki sitede yaklaşık 40 tane müdür var ve tamamen gönüllü çalışıyorlar.
Türkiye ve yurtdışındaki bloglar arasında ne gibi farklar var sence?
Ben Türk blog camiasını biraz dağınık bir forum olarak görüyorum. Blogcuları sadece diğer blogcular okuyor. Konusuna eğilip ciddiye alan insan az ve bir de böyle kısır döngü var. Para kazansalar herkes konusuna eğilecek ve iyi işler çıkacak. Ama para kazanmadıkları için yapamıyorlar. Dolayısıyla sadece özveri ve fedakârlıkla çıkılabilir bu işin içinden. Bir konuya eğilip, o konuyu iyi işlemeye çalışmanın neredeyse tek yolu networke yazmak gibi bir şey. Güçlü bloggerlar Türkiye’de çok az. Bir şirkete iyi ya da kötü bir etkide bulunabilen blogger pek yok artık. Birkaç çözümleme yapan var ama hani öyle Amerika’daki gibi şirket batıran şirket çıkaran kimse yok. Michael Ericsson gibi bir adam yok. Bu gücün sebebi, adamın gerçekten para kazanıyor olması.
Türkiye de sektörü ile ilgili veya hiç ilgisiz yazı yazanlar var. Mesela biri fotoğraf çekmeyi seviyor ama aynı zamanda bir şirketin pazarlama müdürü.
Fotoğraf çekmeyi sevip, fotoğrafın nasıl çekileceğini yazan adam Köln’deki Fotokina'ya gidecek kadar para kazanabilmeli bence. Bunun da tek yolu artık Türkiye’deki interneti yoğun kullanan kesimin tüm kaynakları, almak istediği her şeyi tek bir kaynaktan almaya alışmış olmasıdır. Hürriyete giriyor, Milliyete giriyor hava durumunu öğreniyor, haberini de öğreniyor, mayolu kıza da orada bakıyor, bulmacasını da orada çözüyor. Umrunda değil yani gerisi. Fotoğrafla ilgili bir şey onun ilgisini çekmiyor belki ama onun ilgisini çekecek şeyi, sadece bir şeyi, bir blog çok iyi yapsa ve kullanıcı Hürriyet yerine oraya gitmeye başlasa, gerçekten çok sevineceğim.
Artık bloglar alternatif bir mecra oldular, basın davetlerine çağrılıyorlar, basın bültenleri alıyorlar, lansman ürünlerini deniyorlar ve gazeteciler bu durumdan çok memnun değil gibi görünüyor. Bloggerları kendi içimize almıyoruz ya da onlar gerçekten haberci değiller. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Tabii gazeteci değiller ama sonuçta herhangi bir mecra nedir? İnsanların baktığı, okuduğu, zaman geçirdiği ve hatta paylaştığı yerdir. İnsanlar bloglara girdiği sürece, bloglar ayakta kalacak ve markalar da onlarla iletişime devam etmeye çalışacak. Sonuçta bir bloggera ürün gönderdiğinizde, ürünle ilgili yazdığı yazı internette sonsuza kadar kalıyor, gazete gibi olmuyor. Ayrıca, Google aramalarında üstte çıkıyor. Şu anda, bütün işleri, markaların google aramasındaki kötü yorumları temizlemek ve olumlu yorumlar girmek olan çalışanlar var.
Gelecekteki hedeflerinden ve yeni projenden konuşalım. Put.io hem Türkiye'de hem dünyada çok sevildi ve başarı kazandı.
Pilli network’ü çok severek yapıyoruz. Hiçbir sorunu yok ve bizi geçindirmemesine rağmen, yük de olmuyor. Yaşadığımız sürece devam edecek. Sosyomat sağ olsun, bizi geçindiriyor ve onu geliştirmek istiyoruz. Ancak bu sene ve geçtiğimiz senenin ortasından itibaren dijital reklam piyasası çok fena sallandı. Reklama dayalı bir iş modeli korkutucu gelmeye başladı bize. Bir ayımız bir ayımıza uymuyor hiçbir zaman ve bir şirketin sağlıklı olarak büyüyebilmesi için daha güvenilir gelir kaynakları gerekiyor. Biz de abonelik bazlı, henüz kapalı beta sürecindeyken bile hem Türk hem dünya çapındaki kullanıcılardan büyük ilgi gören online depolama ve dosya paylaşım servisi put.io 'yu kurduk. Basic, Pro, Premium olmak üzere 3 farklı paket seçeneği ile satılan put.io üyelikleri, tahmin edileceği gibi paketler kapsamında farklı bant genişliği ve depolama seçenekleri sunuyor. Aylık $4.90, $9.90 ve $19.90 olan bu paketler , birçok kullanıcıyı fazlasıyla memnun etti. Çünkü servisi kullanan beta üyelerinin tam da istedikleri türden bir ücretlendirme olduğuna inanıyoruz.
Türkiye’den ve dünyadan takip ettiğin bloglar hangileri?
Webrazzi internet sektörünün nabzını tutuyor, Çağlar Erol ve Özgür Alaz’ı okuyorum. Portakal ağacı en sevdiğim blogdur. Ve bizim pillinin blogları var. Yurt dışından ise işim icabı, Techcrunch ve read write web.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder